HAK-İŞ Genel Başkanı Arslan torba yasaya ilişkin önerilerini TBMM’ye sundu

HAK-İŞ Genel Başkanı Arslan torba yasaya ilişkin önerilerini TBMM’ye sundu

HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu gündeminde bulunan ve çalışma hayatına ilişkin pek çok düzenlemeyi içeren tasarının...

HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu gündeminde bulunan ve çalışma hayatına ilişkin pek çok düzenlemeyi içeren tasarının başta 16, 8 ve 32. Maddeleri olmak üzere geneline ilişkin görüşlerini TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Lütfi Elvan'a sundu.

HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan torba yasaya ilişkin, "16. maddede kısmi zamanlı çalışmanın teşvik edilmesi ve yeni istihdam artışı sağlanması amacıyla getirilecek düzenlemenin amacına uygun olmadığını düşünmekteyiz. Çünkü, esnek çalışma modellerinin sosyal güvence boyutunun hukuki alt yapısı zayıftır. 28. madde ile "belirli süreli iş sözleşmesi'nin kapsamı genişletilmek istenmektedir. Belirli süreli iş sözleşmesinin işçilerin menfaatini yok etmek için kullanılmaması gerekmektedir. Belirli süreli sözleşme ile çalışan işçiler, kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamadıkları gibi iş güvencesi (işe iade davası) hükümlerinden de yararlanamamaktadırlar. Torba yasanın 32. maddesinde 25 yaş altında olup 10 günden az çalışma günü olan çalışanlara yönelik getirilmek istenen düzenleme ise çalışanların işsizlik, malullük, yaşlılık, ölüm, iş kazası, meslek hastalığı ve analık gibi hayati öneme sahip haklardan yararlanamaması durumunu ortaya çıkaracaktır. HAK-İŞ Konfederasyonu olarak vergi sisteminin bir bütün olarak ele alınıp, aile yükümlülüklerinin dikkate alındığı, vergi adaleti ve eşitliğini hedefleyen, adil gelir dağılımını sağlamaya yönelik, kayıt dışı ekonominin önlenmesi amacıyla vergi oranlarında indirime gitmeyi savunan vergi politikalarının geliştirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz" açıklamasında bulundu.

Arslan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Lütfi Elvan'a sunduğu mektupta şu görüşlere yer verdi:

"Bütün dünya, Çin'in Wuhan şehrinde çıkan ve bütün dünyaya yayılan Covid-19 salgını ile mücadeleye devam ediyor. Ulaştırmadan sanayiye, enerjiden turizme, tarımdan bankacılık hizmetlerine, sağlıktan gıdaya, eğitimden istihdama değin hayatın her alanı bu salgından etkilenmiştir. HAK-İŞ Başkanı olarak, başkan yardımcılığını yaptığım Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu'nun (ITUC) "Olağanüstü zamanlardan geçiyoruz. Ülkelerin Covid-19 mücadelesi nedeniyle kısmen veya tamamen kapanan işyerleri nedeniyle her 5 işçiden 4'ü bu krizden etkilenmektedir" diye başlayan bildirisinde, "Bu krizle mücadele etmenin tek yolunun da hükümet ve sosyal ortakların yakın çalışma ve işbirliğinden geçmektedir" tespitine yer verilmektedir. İşgücü piyasasında istihdamın azalmadığı, daha çok kişinin istihdama katıldığı, sağlıklı işleyen bir işgücü piyasası ve endüstri ilişkiler sistemi için her zamankinden daha fazla sosyal diyaloga ihtiyacımız vardır. Sosyal diyalogla endüstriyel ilişkiler sistemindeki sorunların çözüme kavuşacağına olan inancımızı koruyoruz. Bu açıdan pandemi döneminde işten çıkarmaların yasaklanmasını isabetli ve yararlı bir sosyal politika olarak değerlendirmekteyiz. 12 Ekim 2020'de TÜİK tarafından açıklanan son işsizlik verilerine göre Temmuz 2020 itibarıyla Türkiye'de genel işsizlik oranı yüzde 13,4, genç işsizlik oranı ise yüzde 25,9'dur. 2020 yılının Mart ayında işsizlik oranı yüzde 13,2 olarak açıklanmıştı. Bu veriler pandemi döneminde ülkemizde işsizlik oranlarında büyük artışlar olmadığını, işsizliğin kontrollü bir seyir izlediğini göstermektedir. Bu nedenle hükümetimize çalışma hayatı ve istihdam özelinde almış olduğu yerinde ve etkili tedbirler için bir kez daha teşekkür ediyoruz. 22 Ekim 2020 tarihinde Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmek üzere torba yasada yer alan kanun tekliflerine ilişkin görüşlerimizi belirtmek istiyoruz. Özellikle sakıncalı bulduğumuz kanun teklifleri şu şekildedir;

1. Torba yasanın 16. maddesinde yer alan kanun teklifinde kısmi çalışmanın yaygınlaştırması amaçlanmıştır. Hâlihazırda ülkemizdeki esnek çalışma modellerinin güvence boyutu bulunmamakla birlikte sosyal güvenlik bağlantısı tam olarak kurulmamıştır. Mevcut sistemdeki yaşlılık aylığı, malullük aylığı, işsizlik ödeneğine hak kazanması gibi durumların esnek çalışma modeliyle uyumlu olmadığı ve esnek çalışma modellerinin sosyal güvence boyutunun hukuki alt yapısının zayıf olduğundan bu düzenlemeyi sakıncalı buluyoruz.

2. Torba yasanın 28. maddesinde yer alan teklif ile 4857 sayılı İş Kanunu'nun 11'inci maddesinde düzenlenen "belirli süreli iş sözleşmesi"nin kapsamının genişletilmesi söz konusudur. Belirli süreli sözleşme ile çalışan işçiler, kıdem ve ihbar tazminatı ve iş güvencesi (işe iade davası) hükümlerinden yararlanmadığından bu düzenlemeyi sakıncalı buluyoruz.

3. Torba yasanın 32. maddesinde 25 yaş altında olup 10 günden az çalışma günü olan çalışanlara yönelik bir kanun teklifi yer almaktadır. İşveren, üzerindeki prim yükü masrafını azaltmak isterken işçilerin uzun vadeli sigorta kollarına ve kısa vadeli sigorta kollarına ve işsizlik sigortasına ilişkin yükümlülüklerin sağlanmaması çalışanların işsizlik, malullük, yaşlılık, ölüm, iş kazası, meslek hastalığı ve analık gibi hayati öneme sahip haklardan yararlanamamasına neden olaraktır. Bu yönüyle bu düzenlemeyi de sakıncalı buluyoruz."

Mektubunda kısa çalışma ödeneği ile ilgili de Arslan, "Sosyal taraflar olarak taleplerimizi ortak akılla birleştirerek Sayın Cumhurbaşkanımıza, bakanlarımıza iletmekteyiz. Her zaman çalışanları ve ülkemizi ilgilendiren temel meselelerde bir araya gelen işçi ve işveren kuruluşları olarak pandemi sürecinde alınması gereken tedbirlerle ilgili olarak da ortak bir açıklama yapmıştık. Bu açıklamada kısa çalışma ödeneği uygulamasına bazı sektörlerde mağduriyetin olmaması amacıyla 2020 yıl sonuna kadar devam edilmesine, kanunda yer alan sigortalılık ve prim ödeme şartı aranmaksızın sadece çalışma olgusunun esas alındığı bir uygulama yapılarak tüm çalışanların kısa çalışma ödeneğinden faydalanmasının sağlanmasına, çalışma barışı ve sosyal adaletin korunması amacıyla kısa çalışma ödeneği ile çalışanın ücreti arasındaki farkı ödemeyi üstlenen işverenler için getirilecek teşvik mekanizması ile uygulamanın özendirilmesine, işveren tarafından kısa çalışma ödeneği kapsamındaki çalışana yapılan ücret farkı ödemelerine gelir vergisi muafiyeti sağlanmasına, ayrıca böyle zor bir dönemde istihdamını azaltmayıp, koruyan ve toplu iş sözleşmesinin olduğu işletmelerin normalleşme sürecinde ilave teşviklerle desteklenmesine vurgu yapmıştık. Bu noktada ücretsiz izin uygulamasında karşılaştığımız bazı hususlara da değinmek istiyoruz. Kısa çalışma ödeneği ve daha hafif tedbirlere başvurma imkanı varken, işçilerin doğrudan ücretsiz izne çıkartılması çalışanların daha fazla mağdur olmasına neden olacaktır. Bu durumda krizin bütün olumsuz sonuçları işçilere yüklenilmiş olacaktır. Daha hafif tedbirlere başvurulmadan işçilerin doğrudan ücretsiz izne çıkartılması, kanundan beklenen amacı sağlamayacaktır. Çalışanların iş akitlerinin feshedilmemesi yasağına katılmakla birlikte fesih yasağının sonuçlarının ıslah edilmiş kısa çalışma ödeneği kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Fesih yasağı süresince ödenmesi öngörülen nakdi destek miktarı yetersizdir. HAK-İŞ olarak işçilere nakdi destek sağlanmasını olumlu buluyoruz. Ancak, kısa çalışma ödeneğine hak kazanamadığı için ücretsiz izne çıkarılacak işçilere yapılacak ödeme miktarını, işçilerin ve ailelerinin temel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak buluyoruz. HAK-İŞ olarak ücretsiz izin ve kısa çalışma ödeneği rakamlarının denkleştirilmesini, ücretsiz izine ayrılan işçiler için kısa çalışma ödeneğindeki gibi prime esas kazançlarının yüzde 60'ından az olmamak üzere bir ödeme yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca; kısa çalışma ödeneği başvuru kriterlerinden olan asgari sigortalılık ve prim şartının kaldırılmasını talep ediyoruz. Kısa çalışma ödeneğinden işçinin faydalanabilmesi için Covid-19 etkisiyle yapılan kısa çalışma başvurularında işçinin son 60 gün hizmet akdine tabi olmak kaydıyla son 3 yıl içinde 450 gün prim ödemiş olması gerekmektedir. Kanunda aranan sigortalılık ve prim ödeme şartı aranmaksızın tüm çalışanların kısa çalışma ödeneğinden faydalanması sağlanmalıdır. Torba yasada yer alan 16. maddede kısmi zamanlı çalışmanın teşvik edilmesi ve yeni istihdam artışı sağlanması amacıyla getirilecek düzenlemenin amacına uygun olmadığını düşünmekteyiz. Tam süreli çalışan işçilerin çalışma hakları dikkate alındığında, kısmi süreli çalıştırılan işçilerin daha az haklara sahip olduğu görülmektedir. Kısmi süreli çalışanların istihdamdaki oranının arttığı dikkate alındığında aradaki eşitsizliği giderecek düzenlemelere ihtiyacımız vardır. Kısmi süreli çalışmanın dezavantajlı bireyler için (yaşlı veya engelli bireyin bakımını üstlenen çalışanlar, engelli bireyler, kadın işçiler vs.) istihdam piyasasında tutmada olumlu etkileri görülmektedir. Fakat, ülkemizdeki esnek çalışma modellerinin güvence boyutu olmadığından ve sosyal güvenlik bağlantısı tam olarak kurulmadığından dolayı mevcut sistemdeki yaşlılık aylığı, malullük aylığı, işsizlik ödeneğine hak kazanması gibi durumların esnek çalışma modeliyle uyumlu değildir. Bu nedenle esnek çalışma modellerinin sosyal güvence boyutunun hukuki alt yapısının zayıf olduğu görülmektedir. İnsana yakışır iş perspektifiyle düzenlenmiş, sosyal güvenlik bağlantısı kurulmuş "güvenceli esnek çalışma" modelleri, işgücü piyasasına girişte zorluklarla karşılaşan kadınlar ve gençlerin, doğum nedeniyle işgücü piyasasından uzun süre uzak kalan kadınların dezavantajını gidermek amacıyla tam zamanlı istihdama zorunlu bir alternatif olarak değil zorunlu bir "tercih" olarak ve geçici bir araç olarak değerlendirilmelidir" dedi.

"Bunun yanında yine torba yasada yer alan 28. madde ile 4857 sayılı İş Kanunu'nun 11'inci maddesinde düzenlenen "belirli süreli iş sözleşmesi'nin kapsamı genişletilmek istenmektedir" diyen Arslan, mektubunu şöyle sürdürdü:

"Belirli süreli iş sözleşmesinin işçilerin menfaatini yok etmek için kullanılmaması gerekmektedir. Belirli süreli sözleşme ile çalışan işçiler, kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamadıkları gibi iş güvencesi (işe iade davası) hükümlerinden de yararlanamamaktadırlar. Bu nedenle 25 yaş altı ve 50 yaş üstü çalışanların hiçbir şarta bağlı olmaksızın belirli süreli iş sözleşmesi ile istihdam edilmesi durumunda kıdem ve ihbar tazminatı gibi haklardan yararlanamamaları beraberinde büyük mağduriyetlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu uygulama her ne kadar belirtilen yaş grubunda bulunanların istihdamını kolaylaştıracakmış gibi görünse de yaşa bağlı olarak getirilecek bu düzenleme çalışanlar arasında bir ayrıma yol açarak çalışma düzeninin, iş barışının ve sosyal adaletin bozulmasına neden olabilecektir. Bunun yanında işverenlerin kötü niyetli hareket etmesi halinde belirsiz süreli sözleşmelerden kaçınmak maksadıyla 25 yaş altı ve 50 yaş üstünde olan çalışanlara yönelik devamlı işe giriş - çıkış yapılmak suretiyle bir sirkülasyon içerisine girme durumu ortaya çıkabilecektir. Dolayısıyla 25 - 50 yaş aralığındaki işçilerin istihdamını azaltacak bir tablo ile karşı karşıya kalma durumu ortaya çıkabilir. Bunun yerine 25 yaş altı ve 50 yaş üstü çalışanların istihdamını kolaylaştırmak için bu yaş aralığında olanlara yönelik sigorta prim teşviklerine benzer birtakım teşvikler getirilebilir. Torba yasanın 32. maddede 25 yaş altında olup 10 günden az çalışma günü olan çalışanlara yönelik bir kanun teklifi ile birçok işletme tarafından 25 yaş altında olan çalışanların uzun vadeli sigorta kollarına ilişkin ödemelerin yapılması yükümlülüğü ortadan kalkmaktadır. İşverenlerin prim yükü masrafını azaltılmak istenirken diğer taraftan işçilerin uzun vadeli sigorta kollarına ve kısa vadeli sigorta kollarına ve işsizlik sigortasına ilişkin yükümlülüklerin sağlanmaması çalışanların işsizlik, malullük, yaşlılık, ölüm, iş kazası, meslek hastalığı ve analık gibi hayati öneme sahip haklardan yararlanamaması durumunu ortaya çıkaracaktır. Bu nedenle prim ödeme yükümlülüğünden istisnalar uygulanmasını isabetli görmemekteyiz. Bu durum çalışanların sosyal haklarını yitirmelerine neden olacaktır. Son olarak; ücretli çalışanların eline geçen net ücret yıl ortasında vergi dilimlerinin değiştirilmesi nedeniyle yılın ilk aylarına oranla önemli oranda azalmaktadır. Ücretli çalışanların bir yandan enflasyon nedeniyle satın alma gücü gerilerken, öte yandan artan vergi oranı nedeniyle net ücreti önemli oranda azalmaktadır. Bu nedenle vergilendirmede aile yükümlülüklerinin etkin bir şekilde dikkate alınması, ilk vergi dilimi üst sınırının Türkiye'deki ortalama işçi ücretinin bir yıllık toplamına endekslenmesi gerekmektedir. HAK-İŞ Konfederasyonu olarak, vergi sisteminin bir bütün olarak ele alınıp, aile yükümlülüklerinin dikkate alındığı, vergi adaleti ve eşitliğini hedefleyen, adil gelir dağılımını sağlamaya yönelik, kayıt dışı ekonominin önlenmesi amacıyla vergi oranlarında indirime gitmeyi savunan vergi politikalarının geliştirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılacak görüşmelerde yukarıda belirttiğimiz görüşlerimizin göz önünde bulundurulmasını talep ediyoruz."

Önceki ve Sonraki Haberler