Kılıç, AK Parti Adına Konuştu!

Kılıç, AK Parti Adına Konuştu!

AK Parti Kars Milletvekilimiz Prof. Dr. Yunus Kılıç, Tarım Bakanımız Sayın Mehdi Eker hakkında verilen gensoruyu AK PARTİ adına cevaplandırmak üzere TBMM' de söz aldı.

Kılıç, AK Parti Adına Konuştu!


Volkan KARABAĞ / karsmanset.com

AK Parti Kars Milletvekilimiz Prof. Dr. Yunus Kılıç, Tarım Bakanımız Sayın Mehdi Eker hakkında verilen gensoruyu AK PARTİ adına cevaplandırmak üzere TBMM' de söz aldı.

Milletvekili Kılıç TBMM'de gensoruyu şöyle cevaplandırdı:

"Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Tarım Bakanımız Sayın Mehdi Eker hakkında verilen gensoruyu AK PARTİ adına cevaplandırmak üzere söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, 2 gensoru art arda olunca hemen hemen bütün parti grupları, herkes eteğindeki taşı döktü. Biz de bunları izledik. Saygıdeğer milletvekilleri, tabii, bazı rakamları, sizin söylediğiniz, bizim söylediğimiz, herkes kendininkini kabul ettiği sürece, bunda direttiği sürece vatandaşın bundan çok anlam çıkarması mümkün değil. Bazı şeyleri anlatırken kronolojik bir sıra içerisinde geçmişten günümüze… Çünkü bu bir süreç; insanın, hayvanın, canlının içerisinde olduğu süreçleri anlatırken eskiyi, yeniyi, bugünü ve yarını; projeksiyonlarınız olması lazım ki insanlar ne dediğinizi anlasın ve bir kıyaslama yapabilsin. Türkiye, aslında, hani hep söyleriz ya, tarımda, hayvancılıkta kendine yeten bir ülke.

Tabii, bu, bugünlerde oldukça yanlış olarak anlaşılan ve yanlış olarak kullanılan bir söylem hâline geldi. 1980'li yıllarda Türkiye'nin nüfusu 50 milyonlar civarındayken Türkiye tarımda ve hayvancılıkta kendisi için lazım olanı üreten bir ülkeydi hemen hemen bütün kalemlerde.

Fakat 1980'li yıllardan sonra Türkiye'de özellikle tarım ve hayvancılıkla alakalı politikalar oluşturulurken çok ciddi yanlışların içerisine girildi. Neydi bunlar? Darbe Anayasası'yla birlikte, 1982 Anayasası'dan sonra özellikle, arkadaşlar, tarım politikaları oluşturulurken tasarruf tedbirleri ortaya konulduğu zaman öncelikle tarımsal desteklemeler ve hayvancılığa verilen desteklemelerin önü kesildi ve ihracat teşvik edildi. Türkiye'de o zaman 50 milyonun üzerinde koyun varlığı varken bu desteklerin kesilmesiyle, ihracatın teşvik edilmesiyle beraber özellikle alıcısı bulunan Suudi Arabistan'da ve çevresindeki ülkelerde ciddi koyun çıkışı oldu. Hayvan varlığımızda 2002 yılına geldiğimizde 25 milyonlara kadar koyun varlığımız düştü, keçi varlığımız 11-12 milyondan 5-6 milyona kadar düştü, sığır varlığımız 13-14 milyondan 9,5 milyonlara kadar düştü. Tabii, bu arada Türkiye'de 2002 yılından itibaren ciddi bir şekilde refahımız artmaya başladı. 30 milyonun üzerinde turist bu ülkeye gelmeye başladı. Köylümüzün millî geliri bin dolardan 3.500 dolara çıktı. Ülkedeki insanların ortalama millî geliri 11 bin dolarlara çıktı. Ve bu kesinlikle kabul edilen bir gerçektir: Ülkelerde refah artıkça özellikle hayvansal ürünlere olan talep artar, kırmızı ete olan talep artar. Ülkemizde de benzer durumlar yaşandı ve ülkemiz bu insanına, turiste ve refahtan kaynaklanan talebe belli dönemlerde cevap veremez hâle geldi.

Bu dönemlerde insanlar istediler ama yeterince bulamadılar. Bu durumda hükûmetlerin yapması gereken tüketicisini de koruması gereken tedbirleri almaktır, hükûmetin yapması gereken en önemli işlerden birisi budur. Dünyadaki emsalleri ile içerideki piyasa kıyaslandığında, o dönemde bizim et fiyatlarını düşünün, oldukça yüksek noktalara çıktı ve karşılanmalıydı insanların ihtiyacı ve evet, ithalat açıldı. Açıldı ancak bir dönem tüketicinin lehine devam eden bu faaliyet daha sonra üreticiyi sıkıntıya sokar hâle geldi. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bunun takibini çok güzel yaptı ve bunu belli şekilde gümrük vergilerini artırarak tüketiciyi de, üreticiyi de korur bir noktada bıraktı.

Arkadaşlar, hükûmetler sadece bir tarafı gözettikleri takdirde öbür tarafı göz ardı etmek durumunda olamazlar. Yani, ülkede iki tarafı da birlikte hem üreteni hem tüketeni korumak durumundadırlar. Daha sonra, 1982 Anayasa'sıyla bu tasarruf tedbirleriyle beraber bir başka sıkıntımız daha oluştu o yıllarda; o da neydi? Özellikle küçükbaş hayvancılığın yoğun olarak yapıldığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ülkenin başına bir terör belası çıktı ve ondan sonra köylerde, özellikle kırsal alanda küçükbaş hayvancılık artık yapılamaz hâle geldi. Mesela, sadece Doğu Anadolu Bölgesi'nde 9 milyon küçükbaş hayvan sayısında azalma oldu ve bununla birlikte köylerde yaşam standartlarını koruyamayan köylümüz, hızlı bir şekilde köylülükten hemen büyük şehirlere gitti ve büyük şehirlerde ciddi problemlerin oluşmasına sebep oldu. Aynı zamanda yüzde 40'larda olan köylü nüfusumuz, bu göçlerle beraber yüzde 23'lere, 24'lere, 25'lere kadar düştü. Yani eskiden 1 kişi kendinden başka 1 kişiye daha ülkede üretmek durumundaydı, bu yıllardan sonra 1 kişi kendinin dışında 3 kişiye daha üretmek zorunda kaldı. Bu üretim baskısı altında geçen yıllar içerisinde tabii ki belli dönemlerde -özellikle tarım ve hayvancılık iklime bağlı, arazi şartlarına bağlı dalgalanmalı bir seyir gösteren bir sektördür- ciddi sıkıntılarımız oldu. Ama neye bakmak lazım? Kümülatif olarak sonuçlara bakmak lazım yani istatistik, istatistik… Herkes "Matematik yalan söylemez." diyor ama kimse kimsenin söylediği rakamlara da inanmıyor. Arkadaşlar, hep iddia edersiniz ya: "Yüzde 1 verilmesi gereken tarıma destek hiçbir zaman bu rakamlara ulaşmadı." Aslında arkadaşlar oldukça yanlış. Türkiye, bu kanundan daha önceki yıllarda bile hiçbir zaman yüzde 1'lerin altında tarımsal destek vermemiştir. Türkiye'de bugünlerde toplam tarıma ve hayvancılığa verilen destek yüzde 2'nin üzerindedir yani yüzde 1 vermesi gerektiğini söylediğiniz destek şu anda yüzde 2'nin üzerindedir. Bakın, aynı zamanda Türkiye yüzde 2 verirken bu desteği, Avrupa Birliği ortalaması yüzde 0,75, OECD ortalaması yüzde 0,76'dır yani Türkiye, aşağı yukarı bu ülkelerin 3 katı tarım ve hayvancılığa destek veren bir ülkedir. Bunun içerisinde neler var? Bakın, sadece hani direkt çiftçinin hesabına yatırdığınız paraları tarımsal destek olarak görmeyin saygıdeğer milletvekilleri. Bunun içerisinde, bakın, nakit tarımsal destekler var, 11 milyar lira bu yıl nakit tarımsal destekler, DSİ'nin sulama yatırımları, arazi toplulaştırma yatırımları, tarımsal ürün alım destekleri, tarımsal kredilere yapılan sübvansiyonlar, tarım ürünlerinin ihracat destekleri. Bunların tamamı bizzat tarım ve hayvancılığa yapılan destek kalemlerini oluşturuyor. Bunları topladığınız zaman sizin o bahsettiğiniz yüzde 0,5'in, yüzde 1'in 2 katı, yüzde 2'lerde meydana gelen bir desteğe bürünüyor.

Ayrıca başka bir şeyden daha bahsedeyim: "Üretici destek eş değeri" denilen dünyanın kullandığı bir kalem var. Üretici destek eş değeri ne demek? Üretici gelirleri içerisinde desteklerin oranını gösterir.

Arkadaşlar, bu çok önemlidir, dünyada kullanılan en önemli kriter budur. Bakın, Türkiye'de 2002 yılında üreticilerin gelirleri içerisindeki desteklerin oranı yüzde 14,3. Bu değer Avrupa Birliğinde yüzde 30, OECD ülkelerinde yüzde 28,8 2001 yılında. Bu yıl, geçen yıl itibarıyla, 2013 yılı itibarıyla Türkiye'de bu yüzde 19,2, Avrupa Birliği ortalamasında yüzde 19,8, OECD ortalaması yüzde 18,2 yani Türkiye'de bu rakam yüzde 100 artmışken bu on yıl içerisinde, Avrupa Birliği ortalaması ve OECD ortalamaları da aşağıya doğru inmiş durumda. Yani, Türkiye, tarımsal desteklerini her geçen yıl artırarak devam ediyor.

Şimdi, Ensar Bey'in iddialarından bir tanesi de hani bu deli dana hastalığı, "bovin spongiform ensefalopati" dediğimiz hastalık, "deli dana hastalığı" olarak bilinen, İngiltere'de çıkmış, Avrupa'ya yayılmış bir hastalık. Orada, Tarım Bakanlığı bir yazı yazmıştı ve bu yazıda diyordu ki: "Bu iç organları imha edin, uzaklaştırın."

Arkadaşlar, bu zaten bu hastalığın doğasında olan bir şey çünkü bu hastalığı meydana getiren prion yapısındaki virüslerden daha küçük olan bu canlılar ısıyla bile inaktive edilemiyor, otoklavda bile 134 santigrat derecede on sekiz dakikada ancak ortadan kaldırabiliyorsunuz. Tedbir olarak… Yani bunları o zaman elektron mikroskopta bile zor gördüğünüz, immünohistokimyasal boyalamalarda zor gördüğünüz, mikroskoplarda göremediğiniz canlılar bunlar. O yüzden, bir tedbir olsun diye Bakanlık çok güzel bir şey yapmış. Eğer yapmışlarsa tebrik ediyorum buradan Sayın Bakanı ve ekibini. Bir tedbir olarak bunu Avrupa yapıyordu, biz de insanımızı korumak adına bunu yapmalıydık. Çok da güzel bir uygulama olmuş.

Bunun dışında, yine gensoruda iddia edilen bir şey var, ona da cevap vermek lazım. Deniyor ki: "Tarım Bakanlığı, AK PARTİ hükûmetleri çiftçiye yeterince destek vermediler, kredi kullanmasına yeterince müsaade etmediler, o yüzden gün geçtikçe çiftçinin durumunun kötüleşmesine sebep oldular."

Arkadaşlar, AK PARTİ gelirken çiftçinin kullandığı toplam kredinin miktarı 560 milyon Türk lirası 2002 yılında. AK PARTİ geldikten sonra ne kadar biliyor musunuz? 22,5 milyar lira. Yani yüzde 45 kat artmış arkadaşlar ve daha da önemli bir şey söyleyeyim: AK Parti gelmeden önce bunların geriye dönüş oranı, o 560 milyonların geriye dönüş oranı yüzde 39'lar ile 51 arasında, Ziraat Bankası ve tarım krediye göre. Ama AK PARTİ'yle beraber çiftçinin aldığı kredinin geriye dönüş oranı yüzde 98 ila 99 arasında. Demek ki vatandaş daha çok kredi kullanmış ve bir şekilde çarkını döndürmüş, kazanmış ve aldığını alın teriyle tekrar ödemiş.

Arkadaşlar, Tarım Bakanlığı… Bugün görmenizi isterdim, gurur duydum bir bilim adamı olarak. Bakın, sayımız artarken, hayvan varlığımız falan da bir şekilde, köy nüfuslarımız azalırken verimliliklerimizi artırmamız gerekiyor. Bu, hamasi söylemlerle, rakamları kavga ettirmekle olmuyor. Bakın, bugün Türkiye'de Biyoteknoloji Merkezi kuruldu. Bu çok önemli bir gelişmedir ve insanımızın bundan sonra ihtiyacı olan sağlıklı, yeterli, dengeli, güvenli ve güvenilir besinin üretimini sağlayacak olan bir kuruldur.

Bunu anlamak lazım, eskiye dönük bilgilerimizde kalmamamız, bunu yenilememiz lazım ve Tarım Bakanlığını daha iyi takip etmek lazım geldiğini ifade ediyorum.

Tarım Bakanımıza, AK PARTİ'ye güvenmenizi tavsiye ediyorum ve bir de öneride bulunuyorum. Buraya gelen muhalefet parti konuşmacıları genellikle şunu söylüyorlar: "Evet, 7 Haziran, bekleyin ey halkım, geliyoruz." Halk sizi biliyor. Bunu söylemeseniz, unutturursanız belki gelirsiniz; halkın aklına getirirseniz asla gelme şansınız yok diyor, hepinize saygılar sunuyorum."

Önceki ve Sonraki Haberler