Mürşidi Olmayanın Mürşidi Şeytandır!

Mürşidi Olmayanın Mürşidi Şeytandır!

Kars Manşet Yazarı Dr. Doğan Kuşman'ın "Mürşidi Olmayanın Mürşidi Şeytandır!" başlıklı köşe yazısı:

Bu sözü Beyazid-i Bistamî (KS) söylemiş, ama bugün toplumun büyük bir kesimi ve bilhassa ilahiyat eğitimi almış olan din eğitmenlerinin pek çoğu Allah ile kul arasına kimse giremez fikri çok kuvvetlidir.
Bu yazımı okurlar mı bilmem ama söylenen her sözü Kur-an-ı Kerim süzgecinden geçirmek lazım diye düşünüyorum.
Bir insan doğuştan dalalettedir ve Allah'a kul olabilmesi de Allah'ın ayetlerine göre şarta bağlıdır. Bu sözümüze örnek Peygamberimiz SAV Efendimizi örnekleyerek başlaya biliriz.
DUHA - 6:E lem yecidke yetîmen fe âva Seni yetim bulmadı mı? Sonra (seni)(himaye edecek bir kimsenin yanında) barındırmadı mı?
DUHA - 7:Ve vecedeke dâllen fe hedâ.VE SENİ DALÂLETTE BULDU SONRA HİDAYETE ERDİRDİ.
Başlangıçta Peygamberimiz SAV Efendimiz için “SENİ DALÂLETTE BULDU SONRA HİDAYETE ERDİRDİ” diyorsa Rabbimiz bütün insanlar hidayetten önce dalâlette oldukları apaçık bildirilmiş.
Peki, bu konuda Allah'ın bizlere bir uyarısı var mı? Olmaması mümkün değil mi?
YASİN - 60:E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
Demek ki şeytana kul olmuşuz ki Rabbimiz insanları uyarıyor ve şeytana değil de Kendisine kul olabilmemiz nasıl olacak onu ifade ediyor ki insanların Sırat-ı Mustakim üzeri olmamızı istiyor.
YASİN - 61:Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) BU DA SIRATI MUSTAKÎM (üzerinde bulunmak)tır.
Eğer dalaletten hidayete geçiliyorsa, şeytandan kurtulmak içinde Sırat-ı Mustakim üzeri olmak gerekiyor.
Sırat-ı Mustakim üzeri olabilmek ise insanların kendilerinin yapacağı bir şey değildir ancak Allah kendisini dileyeni diler ve kendisine ulaştıran Sırat-ı Müstakim’e ulaştırır.
Bakalım ayette söyleniyor mu?
NİSA - 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
Burada Rabbimiz amenu olanları kendisine ulaştıran yola, yani kendisine ulaştıran Sırat-ı Müstakim’e ulaştırıyor.
Bu insanların Allah'a kul olmasına yetiyor. Başka bir fonksiyonu var mı? Diye bakarsak Rabbimiz Şura suresi 13. Ayetinin sonun da aynı şekilde dileyeni hidayete erdirdiğini söylüyor.
“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu). Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).” (ŞURA-13)
Allah kendisini dileyeni, kendisine; Sırat-ı Mustakim ile ulaştırıyorsa, hidayet etmek (Kendisine ulaştırmak) için de Sırat-ı Müstakim’i kullanıyor.
EN'AM - 87:Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin). Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
Allah'a kul olmak da hidayete ermek de Allah'ın insanları Sırat-ı Mustakim ile yapıyorsa o zaman bir aracıya ihtiyaç yok yani Allah ile kul arasına kimse giremez diyemezsiniz.
En basiti kaçınılmaz son olan ölümün tahakkuk etmesinde bile Allah, aracılar kullanıyor;
EN'AM - 61:Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah(hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn(yuferritûne).Ve O, kullarının üstünde kahhardır (kuvvet ve güç sahibidir).Ve üzerinize muhafaza edici (koruyucu) gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu elçilerimiz vefat ettirir. Onlar (bunu yaparken) kusur etmezler.
Peki, amenu olan bir kişiyi kendisine ulaştıran Sırat-ı Müstakim’e rahmeti ve fazlı içine alarak ulaştırıyorsa bu hidayet konusunda AMENU olmak çok önemli.
Amenu olan kimdir? Sorusunun cevabını Rabbimiz nasıl vermiş ona bakalım.
HUD - 29:Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
Demek ki amenu olan kişiler mutlaka rablerine mülâki olacaklarmış. MUTLAKA kesin olarak bahsetmiş şüphesiz amenu olan kişini Allah mülâki olacağını belirtmiş.
Bu anlatımda da Allah’a mülâkî olacaksa bir aracıdan bahsedilmiyor. Peki, mülâkî olmayı isteyen olursa nasıl olacak?
ANKEBUT - 5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Demek ki amenu olan bir kişi Allah'a mülâki olacaksa (kavuşacaksa) burada da bir aracıdan bahsetmemiş Rabbimiz.
E, o zaman aracı diye bir şey yok diyeceğim de diyemiyorum. Nedeni ise basit.
Hani belki içinizden sormak geliyordur da soramazsınız, bazen ayıp olur diye, bazen de kibirden cahil görünmeyeyim diye. İyide bu kadar anlattığım ayetleri kendiliğimizden öğrenmedik.
İnsana Allah'a ulaşmayı dilemek yani, Allah’ın emanetleri olan ruhunu, veçhini, nefsini ve iradesini Allah'a teslim etmesi okulda öğretmiyorlar mutlaka bunları daha önce birinden öğrenmiş kişi olmalı.
O anlatan olmadan ve anlatanı dinlemeden bunları öğrenebilmemiz mümkün değil.
MESELÂ;
1-Allah'a kul olabilmemiz ve şeytandan kurtulmamız için ne lazım bakalım;
NAHL - 36:Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece YALANLAYANLARIN AKIBETİNİN, NASIL OLDUĞUNA BAKIN (görün).
Demek ki şeytandan kurtulmamız için Allah'ın bir elçisi, dini nasıl yaşayacağını insanlara öğretmeli.
Okulda öğretilen ve Kur-an-ı Kerim de farz olan İslâmın beş şartı insanı AMENU yapmıyor.  O zaman kul olabilme şansımız bile yok ve Allah'a mülâkî olamayız, bu da hidayete ermeyeceğimiz gösteriyor ki Allah'a mülâkî olunmaz demek insanı ne hale düşürüyor.
YUNUS - 45:Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
Allah'a mülâki olmayı istemeyen de Allah'a mülâki olunmaz diye yalanlamıştır hüsrandadır ve dalâlette kalmışlardır. Bu kişiler Allah'a kul olamazlar.
2- Takva sahibi olabilmeyi ve nefsimizi ıslah edebilmeyi nasıl öğreneceğiz ki bunlarda farz olan İslâmın beş şartında yok.
A'RAF - 35:Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar.
Gene Allah'ın bir elçisi ki bu dönem de nebi resul olamayacağına göre bir veli resul kıyamete yakın dahi insanların kurtuluşları için var demek ki. Ben kendi nefsimi ıslah ederim demezsiniz inşallah.
NİSA - 49:E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen). (Habibim), nefslerini tezkiye ettiklerini söyleyenleri görmedin mi? Hayır, öyle değil (nefsini tezkiye ettiğini söyledi diye kimsenin nefsi tezkiye olmaz). Ancak Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile zulüm olunmazlar.
Bir insanın nefsini ıslahı veya tezkiyesi Allah tarafından yapılıyorsa bu nefsin tezkiyesi veya ıslahını yapan kişinin inanç açısından durumu nedir?
NİSA - 124:Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ(nakîren).Ve erkeklerden ve kadınlardan kim salih amelde bulunursa, kim salih amel işlerse yani nefsi (tezkiye edici amel) işlerse onlar, mü'minlerdir. İşte onlar, cennete girerler ve onlara zerre kadar, hurma çekirdeğinin lifi kadar zulüm yapılmaz.
Mümin olabilmek için nefs tezkiyesi veya salih amel lazım onu da Allah yapıyor. Bunu öğrenebilmekse bir Allah dostu veli resul gerekiyor.
O zaman Allah ile insanların arasına Allah'ın bir veli resulü girmezse halimiz duman o zaman yedi yirmi dört iblisin oyuncağı olmamak mümkün değil. Zaten içimizdeki nefsimiz bize her an kötülük yapar, hüsrandan kurtulmamız mümkün değil.
YUSUF - 53:Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun). Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
Allah bütün insanların kendisine dost olmasını ve bunu için Allah'a olan sevgisi ile Allah ile beraber olma ve Rabbimizi görebilme gibi kalbi bir talebiniz varsa, Allah bu talep sahibinin talebine, mutlaka ulaşabilmesini sağlar.
Rabbimiz nasıl olacağını gelip anlatmayacağına göre daha önce dinini öğrenmiş birini yollayacaktır. Bu kişilere Allah yıldızım da diyor.
EN'AM - 97:Ve huvellezî ceale lekumun nucûme li tehtedû bihâ fî zulumâtil berri vel bahr(bahri), kad fassalnal âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).Ve kara ve denizin karanlıklarında (nefsin afetlerinin karanlığında) onunla yolunuzu bulmanız (hidayete ermeniz) için yıldızları (nebîler, resûller, mürşidler) kılan O'dur. Bilen bir kavim için, âyetleri detayları ile açıkladık.
Bu Allah'ın dostları sadece vesiledir;  sonuca Allah ulaştırır, ama vesile olmadan hiç bir şey öğrenemezsiniz ki şayet kibriniz varsa işiniz zor. Unutmayın iblisin Allah katından kovulması kibir değil mi?
BAKARA - 34:Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).Ve meleklere: “Âdem'e secde edin.” dediğimiz zaman iblis hariç, (onlar) hemen secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kâfirlerden oldu.
Aynı hatayı insanlarında yaptığını görüyoruz, onlarında kibirlendiğini söylüyor Allah ayetlerinde.
NİSA 173 - Fe emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrehum ve yezîduhum min fadlih(fadlihî), ve emmellezînestenkefû vestekberû fe yuazzibuhum azâben elîmen, ve lâ yecidûne lehum min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran). Îmân edip, salih amel (nefsi ıslâh edici amel, nefs tezkiyesi) yapan kişilere gelince; onlara ecirleri ödenir ve Kendi (Allah'ın) fazlından daha da eklenir. Ama (kulluk etmekten) çekinen, kibirlenen kimselere gelince; onlara elîm bir azapla azap edecektir. Ve onlar, Allah'tan başka bir dost, Allah'tan başka bir yardımcı bulamazlar.
Mutlaka insanlar dünya hayatında Allah'ın dostları tarafından Allah'a davet edilmiştir. Davete icabet edenler Allah'ın azabından kurtulur.
AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin). Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
Gene kul olabilmek ve kul olabilmek için Allah'a ulaşmayı dilemeyi Allah'ın dostlarından öğreniriz. Bunu çok kişi kabul etmez ama gene de anlatmak bizim için bir vebaldir.
RUM - 8:E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab'lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkar edenlerdir.
Bunları anlatırken kendilerini mümin addedenlerin alay etmesi, iftirasına ve hakaretlerine maruz kalınır, bu Allah dostlarını üzmez çünkü karşı tarafın kötü sözlerinden deracat kazanmışlardır ve üzerlerine düşen Allah'a ulaştırmadaki vesile olma görevini eksiksiz yaparlar.
MAİDE - 35:Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne). Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takvâ sahibi olun VE O'NA ULAŞTIRACAK VESİLEYİ İSTEYİN. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Şimdi rabbimiz insanlara sizi bana davet eden ve ulaştırmaya vesile olan dostlarımı benden isteyin diyorken Allah ile insanın arasına bir Allah dostu girmezse o zaman devrede her zaman Allah ile o kişilerin arasına şeytan girmiş olmuyor mu?
O zaman cehenneme giren insanlara sorulan sorulara cevap ne oluyor.
MULK - 8:Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun). (Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
MULK - 9:Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin). Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
MULK - 10:Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
Allah davete icabet etmeyenlere ne diyor bakalım;
NEML - 80:İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini işittiremezsin.
Allah'ın resulleri kıyamete kadar her zaman insanlara dinlerini Allah’tan öğrenerek anlatırlar. Anlattıkları her zaman ayettir, başka bir öğretileri yoktur. Bunu en iyi cehenneme gidenler daha iyi bilir.
ZUMER - 71:Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne). Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Bütün insanların kurtuluşu için Rabbimiz elçilerini her zaman diliminde yolluyor insanların kibirlerinden kendilerini daha çok bildiği zannıyla iblisle aynı muameleye tabi oluyorlar.
ZUMER - 72:Kîledhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvel mutekebbirîn(mutekebbirîne). (Onlara): "Orada ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından girin!" denildi. Artık kibirlenenlerin mesvası (kalacağı yer) ne kötü.
Hâlbuki Allah'ın bir davetçisinin davetine icabet etmiş olsaydı takva sahibi olacak ve Allah onları cennetine koyacaktı.
ZUMER - 73:Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn(hâlidîne). Rab'lerine karşı takva sahibi olanlar (cehennemi gördükten sonra) zümre zümre cennete sevkedilirler. Oraya (cennete) geldikleri zaman onun (cennetin) kapıları açılır. Ve onun (cennetin) bekçileri, onlara: "Selâmun aleykum, siz temize çıktınız (aklandınız)
İnsanlara öğretilen İslâmın beş şartı farzdır mutlaka yapılması gerekir. Ama insanların hidayetini ve takva sahibi olmasını, aynı zamanda nefsinizin terbiyesini sağlayamaz. Anlıyorsunuz değil mi?
ALLAH’A DAVET EDİLİNCE İCABET ETSENİZ O ZAMAN NAMAZINIZI ALLAH’IN KILDIRDIĞI BİR NAMAZ OLURKİ SECCADEDEN AYRILAMAZSIN.
Allah'ın onları rahmeti ve fazlı ile kuşattığı için gözyaşlarını tutamazlar, İslâmın beş şartı onları mutlu ediyordur çünkü Rableri ile baş başa kaldıkları andır.
MAİDE - 83:Ve izâ semiû mâ unzile ilerresûli terâ a’yunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ arefû minel hakk(hakkı), yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).Ve Resûl'e indirileni (Kur'ân'ı) işittikleri zaman, Hakk'tan olan şeylere ârif olduklarından dolayı, onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. “Rabb'imiz, biz imân ettik (âmenu olduk), artık bizi şâhidlerle beraber yaz...” derler.
Allah'ın düşmanı iblis insanların Sırat-ı Mustakim üzeri olmasını engellemeye çalışır.
A'RAF - 16:Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
Allah dostları ise insanları Allah'a davet ederek Allah'a kul olmaları için Sırat-ı Mustakim üzeri olmalarını isterler.
NE DERSİNİZ ALLAH İLE İNSANİN ARASINA ALLAH'IN BİR DOSTU GİRERSE DÜNYA VE AHİRET SAADETİNİN SAHİBİ OLUR MUYUZ?
EĞER ALLAH DOSTU YERİNE İBLİS GİRERSE DÜNYA VE AHİRET SAADETİ YERİNE HÜSRAN VE AZAP İNSANLARI BEKLİYOR.
O ZAMAN DİYE BİLİRMİYİZ “MÜRŞİDİ OLMAYANIN MÜRŞİDİ ŞEYTANDIR” DİYE!
BAKARA - 45:Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
İSTİANE : Yalnız Allah'tan(cc) istenen yardım.
Bu namaz Allah’dan özel yardım istenen bir namazdır HACET NAMAZI denir.sadece huşuya ulaşmış kesin Allah'ın davetine icabet ederek Allah'ın kendisini Zatına ulaştıracağına emin olan insanlara Allah'ın irşat makamından bir dostunu gösterir.
BAKARA - 46:Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
NEDEN ALLAH’A SORMUYORSUNUZ Kİ KILIN HACET NAMAZI ALLAH'A  SORUN DOĞRULARI SİZE GÖSTERMEKTEN ACİZ DEĞİLDİR.
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.

Kaynak:Haber Kaynağı

Önceki ve Sonraki Haberler