Anadolu’da iktisadi düşünce ve Ahilik

Kafkas Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim elamanı araştırma görevlisi Cüneyt İpteş, Anadolu’daki iktisadi düşünceyi ve Ahiliği anlattı.

Tacettin DURMUŞ

Ticaret İl Müdürlüğünce, Halk Eğitim Merkezi salonunda “Anadolu’da ki iktisadi düşünce ve Ahilik” konusunda konferans veren İpteş, Ahilik geleneğinin tarihsel kökeni, Fütüvvet, Anadolu’da Ahilik ve ticari örgütlenme, Osmanlı Devleti’nde Ahilik ve İktisadi Düşünce ile Cumhuriyet Döneminde Ahiliğin Yaşatılması” konularını anlattı.

AHİLİK VE TARİHSEL KÖKENİ

İlk olarak ahiliği ve tarihsel kökenini anlatan araştırma görevlisi Cüneyt İpteş, “Ahilik kavramı tarihsel köken itibariyle anlamı gençlik, kahramanlık ve cömertlik olan fütüvvet geleneği ile bağdaştırılmaktadır. Fütüvvet anlayışının İslam’ın ilk yıllarında ortaya çıktığı belirtilse de bu açıklamalar netlik taşımamaktadır.

Fütüvvetin hayata yansımasını iki başlıkta açıklayabiliriz. Bunlardan ilki kadim İran ve Sasani Devleti’ni de kapsayacak şekilde, savaşçı gençleri ve askerleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Mairya ve hadiyaran (genç kişi, padişahın askeri) ifadeleri bu kapsamda kullanılmıştır. Burada bireyin sosyolojik sınıflandırma tanımlanması mevcuttur.

İkincisinde ise İslami-dini öğretiler çerçevesinde Horasan etkisinden bahsedebiliriz. Tasavvuf etkisinin oldukça fazla olduğu bu açıklamada bireyin özellikleri dürüst, dayanışmacı ve yardımlaşmayı seven olarak tanımlanmaktadır, ahlaki prensipler ön plana çıkarılmaktadır.

Bu geleneğin dini ve sosyolojik içerikten sonra kurumsal anlamda devletleştirilmesi ise Abbasi halifesi Nasır Lidinillah tarafından gerçekleştirilmiştir. Siyasi otoriteyi güçlendirme amacı taşıyan bu girişimle, fütüvvet inancının hitap ettiği gençlerin desteği alınmak istenmiştir. Genç kitlenin desteğinin alınması ile hem bu grubun kontrolünü sağlamak hem de siyasi kargaşa döneminde müracaat edilebilecek güç elde etmek amaçlanmıştır.

Bu girişim sadece siyasi süreçle yürütülmemiştir. Dönemin önemli mutasavvıfı Sühreverdi’den destek alınmıştır. Böylece hilafet, tasavvuf ve fütüvvet bir arada kavramsallaştırılmıştır.

ANADOLU’DA AHİLİK VE TİCARİ ÖRGÜTLENME

Fütüvvet inancının ahlaki prensip olarak Anadolu’da yer etmesi kesin zamansal ayrımla ifade etmek mümkün değildir. Ancak kurumsal olarak devlet desteğini kazanması Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah’ın Anadolu Selçuklu sultanlarına fütüvvet libasını giydirmesi sonrasında gerçekleşmiştir. Bu girişimdeki amaç, Halife Nasır’ın fütüvvet geleneğindeki liderliğini güçlendirme ve Selçuklu sultanlarının hilafet desteği almak istemesi olarak ifade edilmektedir.

Ahiliğin bu dönemde hayata yansımasını ise ticari hayatta görebiliriz. Anadolu’ya gelmeden önce Türkmenler çoğunlukla hayvancılıkla geçimlerini sağlamışlardır. Hayvanlarına otlak bulma amacıyla göçebe hayat yaşamışlar, zirai üretimleri mevsimsellik göstermiştir. Halıcılık gibi zanaatlerle uğraşsalar da bu uğraşlar iktisadi yaşamın esasını oluşturmamıştır. Anadolu’ya yerleşmeleri sonrasında yerel halktan ticaret ve zanaat öğrenmeye başlamışlardır.

Ticari sektörlerin belirli seviyeye getirilmesi sonrasında esnaf gruplarının örgütlenmesi ahilik ile gerçekleşmiştir. Her işletmede bir usta, iş kollarında saygı duyulan ahiler ve şehir genelinde tüm iş kollarının başında ahi babalarla ticari hayat devam etmiştir.

İşletme: (usta), kalfa, çırak

İş kolu: (ahi), ustalar, kalfalar, çıraklar

Şehir: (ahi baba), ahiler, ustalar, kalfalar, çıraklar

Buradaki örgütlenebilme ve ticari hayatı yönetebilme becerileri 13. yüzyıl Anadolu’sunda gerçekten bir başarı olarak ifade edilebilir. Çünkü Türk-İslam devletleri göçmen kitleleri yerleşik hayata geçirerek iskan etmişler ve kontrol altına almışlardır. Ayrıca yeni gelen Türkmenler yerli halkla işbirliği yaparak üretimde bulunmuşlardır. Böylece kavmi hayattan millet hayatına geçiş başlamıştır.

Ticari hayatın devam ettirilmesinde ise Anadolu etkisinden bahsetmemiz gerekmektedir. Bu coğrafya kuzeyde Karadeniz, güneyde Akdeniz, baharat ve ipek yollarına komşu olması nedeniyle aynı zamanda bir ticaret merkezi halindedir. Türk-İslam devletleri de bu yapıyı desteklemek amacıyla siyasi yaşam sürelerinde ticareti kolaylaştırmaya çalışmışlardır. Tarihsel kültür itibariyle de Mezopotamya, Mısır, İran, Bizans etkisi bulunmaktadır.

Anadolu ahiliğini biyografi kapsamında tanımlamak istersek Ahi Evran’ı anmamız gerekmektedir. 1171-1261 yılları arasında yaşadığı kabul edilen Ahi Evran Horasan doğumludur. Ahmet Yesevi’nin talebelerinden İslami ilimleri öğrenmiş, ticari meslekte debbağcılık alanında uzmanlaşmıştır. Bağdat, Kayseri, Denizli ve Kırşehir illerinde yaşamıştır. Ahlaki öğreti ve söylemleri ile ahiliğin önderi kabul edilmiştir.

Ahi Evran’ın yaşadığı dönemde kendisine atfedilen itibar siyasi yönetici, komutan ve dini önder olmasından kaynaklanmamaktadır. Günümüzde ise kültürel zenginliğimiz olarak kabul edilmesi, ahilik öğretilerinin Anadolu’da önemli ölçüde karşılık bulduğunu göstermektedir.

OSMANLI DEVLETİ’NDE AHİLİK VE İKTİSADİ DÜŞÜNCE

Anadolu’da meydana gelen Moğol istilası sonrasında Türk kavimlerinin batıya doğru hareketleri ve iç kargaşanın önlenmesinde ahilik teşkilatının etkisi bulunmaktadır. İstikrar dönemlerini ön planda tutacak olursak Anadolu’nun ulema, şeyh ve zanaatkarların yaşam yeri haline geldiğini belirtebiliriz.

Ahiler, alpler-gaziler, abdallar (Horasan erenleri), bacılar (Anadolu kadınları) ile birlikte Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da etkili olmuşlardır. Bu açıdan incelendiğinde Türk ve İslam dünyasında şubeleri olan, teşkilatlı tarikatler olarak da ifade edilebilir.

Kuruluş döneminin önde gelen şahsiyetleri de ahi olarak tanımlanmıştır. Bunlardan birisi de Şeyh Edebali’dir. Ayrıca Sultan Orhan’ın kardeşi Alaaddin de ahilik teşkilatı mensubudur.

Ahilik teşkilatı Osmanlı askeriyesinde de etkisini hissettirmiştir. İlk piyade askerlerin üniformaları ahi üniformalarıdır. Yeniçeriler ahi başlığını kullanmışlardır.

Kuruluş yıllarında ahiliğin etkilerini şu şekilde sıralayabiliriz:

İctimai ve siyasi hayatta rol oynamışlardır.

Ahilik ileri gelenleri kargaşa dönemlerinin yetişmiş kişileridir.

Boş ve ıssız yerlerin şenlendirilmesine öncülük etmişlerdir.

Kurmuş oldukları zaviyeler Osmanlı ordusunda rota ve konaklama yerleri olmuştur.

Sadece şehirlerde ticari faaliyetlerle ilgilenmemişler, aynı zamanda ziraat ve hayvancılık yapmışlardır.

Beylikler döneminde ve Osmanlı Devleti’nde yerleşim için kendilerine arazi tahsis edilmiştir. Böylece ihtiyaç duyulan nüfus kitlesine ulaşılmak istenmiştir,

Ahilik kurumu özellikle Fatih Sultan Mehmet dönemi ve İstanbul’un fethinden sonra değişime uğramıştır. Devletin oluşumu sonrasında ahilerin siyasi etkinliği azalmıştır. Askeriyede ve bürokraside kullanılan devşirme sistemi ile merkezi otoritenin etkisi artırılmıştır.

Bu gelişmelerden sonra ahilik kavramı ahlaki-davranışsal ilkelerle yaşatılmıştır. Kurumsal bağlamda loncalar ticari faaliyetleri yönetmeye başlamışladır.

Osmanlı Devleti ticari faaliyetlerde ahilik geleneğini görmekteyiz. Bu sistemle üretimde

kalite ve miktar kontrolü ve fiyat istikrarı sağlanmış,

haksız rekabet, üretim kesintisi, aşırı üretim, ve işsizlik önlenmek istenmiştir.

Nüfusun idaresi bakımından bakılacak olursa, genç kitleler örgütlenme ile çırak olarak başladıkları iş yaşamlarında meslek sahibi olmuşlardır. Ayrıca süreç içinde öğrendikleri ahlaki ilkelerle sosyal yaşamda yer almışlardır. Böylece devlet meslek sahibi, ahlaki değerleri bulunan ve üretime katkıda bulunan nüfusu elde etmiştir. İş kolları itibariyle de zanaatlerin devamlılığı sağlanmıştır.

Ayrıca gençlerin ahilik öğretileri çerçevesinde eğitilmesi ile ferdin sosyalleşmesi ve şahsiyet haline getirilmesi amaçlanmıştır. Görgü kuralları ahi zaviyelerinde aktarılmış, dersler verilmiştir. Bu kurallar sadece iş yaşamı ile ilgili değildir. Kişilerin günlük hayat içinde sahip olması gereken ahlaki tutum ve davranışları da içermektedir.

Bu öğretilerle iktisadi ve ticari yaşamda:

Üreten birey olma ve miskinlikten kaçınma,

Kanaatkarlık,

İş birliği ve dayanışma,

İddihardan (stokçuluk) kaçınma,

Alanında uzmanlaşma,

Usta-çırak ilişkisine tabi olma,

Sosyal yaşamda ise:

Doğruluk, affedici olma, sadakat, güven verme, samimiyet ve içtenlik ve sabır gibi ilkeler aşılanmak istenmiştir.

Ticari hayattaki bu ortama şüphesiz devletin benimsediği genel iktisat politikaları etki etmiştir. Belirtilecek ilkeler Osmanlı ekonomisinin zihniyet temellerini ifade etmektedir.

Merkezi ve üniter yapı

İslamiyet öncesi Türklerde siyasi yönetimde aşiretçilik geleneği önemlidir. Ancak bu uygulama İslamiyetin temel prensipleri ile çelişmektedir. Türk-İslam devletleri zamanla siyasi birliği ve merkeziyetçiliği hedefleyen prensipler izlemişlerdir. İktisadi anlamda bütçelerin, maliyenin, ticari hayatın vb. devamlılığı siyasi devamlılıktan güç almaktadır. Büyük Selçuklu Devleti’nde yürütülen aşiretlerin parçalanması ve farklı yerlere iskanı, Fatih Sultan Mehmet dönemindeki devşirme sistemi bu anlayış ile bağdaştırılmaktadır. İlkesel olarak incelendiğinde “devlet-i ebed müddet” kavramı bulunmaktadır.

Gelenekçilik

Gelenekçilik ilkesi, önceden elde edilen tecrübelerin Osmanlı Devleti tarafından da uygulanmasını ifade etmektedir. Bu sayede, Osmanlı devlet teşkilatı esneklik ve çoğulculuk özelliği kazanmıştır. Bir başka açıdan bakılacak olursa da kurumsal bozulmaların giderilmesinde kadim olana bakılmıştır. Örnek vermek gerekirse Osmanlı Devleti yeni fethedilen bir bölgenin parasal sistemini hemen değiştirmemiştir. Paranın değişmesi iktisadi hayatta bilinmezlik ortaya çıkarabilir ve ticaret aksayabilir.

Adalet

Reayanın devlete bağlılığı ve dünyada düzenin sağlanması, adalet ilkesi ile gerçekleşmektedir. Bu anlayış sadece adli anlamda geçerli değildir. İktisadi bakımdan gelir dağılımında, üretim, tüketim ve piyasada adaletin sağlanması buna dahil edilebilir.

Sosyal refah ve arz yönlü ekonomi

Osmanlı Devleti’nde iktisadi devamlılığın öncüsü tüketim değildir. İktisadi kararlarda halkın refahı önemlidir. Tüketicinin talep ettiği ürünü pazarda uygun fiyatlarda bulabilmesi yani iaşecilik benimsenmiştir. Ayrıca bu düşüncede insan ekonomi için değil, ekonomi insan içindir.

Osmanlı devleti klasik dönemindeki ticari hayat düzeni zamanla değişime ve bozulmalara maruz kalmıştır. Bu bağlamda olumsuz etkileri şu şekilde sıralayabiliriz:

Kontrol edilemeyen göç ve kentleşme

Gedikler (iş yeri sahiplerinin/ustaların üretimdeki tekelerini sürdürmek istemeleri)

Vakıflar ve esnaf ilişkilerinde dönüşüm (iş yeri sahipliğinde ve kullanımında sorunlar)

Yeniçerilerin esnaflaşması.

Avrupalı devletlerle yapılan ticaret anlaşmaları ve yerli üreticinin rekabet gücünün azalması.

Bu gelişmeler sonrasında II. Meşrutiyet döneminde loncalar yerine esnaf cemiyetleri ihdas edilmiştir. 1910 yılında kabul edilen Esnaf Cemiyetleri Talimatnamesi ile İstanbul’da, 1912 yılı sonrasında ise Osmanlı genelinde kurumsallaşmaya izin verilmiştir.

Cumhuriyet döneminde ise esnaf örgütlenmesi ile ilgili Esnaf Birlikleri Kanunu çıkarılmıştır. Esnaf ve Sanatkarlar Meslek kuruluşlarının amaçları; mesleki ihtiyaçları karşılamak, mesleki faaliyetleri kolaylaştırmak, mesleki eğitimleri sağlamak, ticari ilişkilerde dürüstlük ve güveni hakim kılmaktır.

Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu ise ahilik teşkilatının günümüze yansıması olarak ifade edilebilir. Ahiliğin kültürel olarak yaşatılması ve anılması ise “Ahilik Kültürü Haftası Yönetmeliği” gereğince Ticaret Bakanlığı tarafından yürütülmektedir."dedi. 

Kars Haber Haberleri