Doğan KUŞMAN

Doğan KUŞMAN

Öğretilen din doğru mu?

Öğretilen din doğru mu?

DİNİ ÖĞRETMEKLE VAZİFELİ OLANLAR DİNİNİ YAŞAMIYORSA ALLAH'A KARŞI NE DURUMA DÜŞTÜKLERİNİ BİR BİLSELER.

Her şeyden önce dinimizi Kur-an-ı Kerim den öğrenmek zorunluğundayız.

BAKARA - 2:Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne). İşte bu Kitap; O'nda hiç(bir açıdan) şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.

Demek ki Kur-an-ı Kerim takva sahiplerini hidayet olan Allah'ın kitabı; o zaman Kur-an-ı Kerim hidayet dinini anlatan bir kitap. Peki; takva sahibi olma şartı var ayette, takva sahibi değilse hidayetten nasibi olmadığı anlaşılıyor.

Önce ayete göre, Allah'ın kitaptan nasiplendirdiği kişiler var. Bu kişiler hüküm vermek, yani “dini şu şekilde yaşamanız gerekir”  demeleri için Allah'ın kitabına çağırmaları gerekmektedir.

AL-İ İMRAN - 23:E lem tera ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yud’avne ilâ kitâbillâhi li yahkume beynehum summe yetevellâ ferîkun minhum ve hum mu’ridûn(mu’ridûne). Görmedin mi, kendilerine Kitab'tan bir nasip verilenleri? Aralarında hüküm vermek için Allah'ın Kitab'ına çağrılıyorlar. Sonra da onlardan bir fırka (Kitab'ın hükmünden) yüz çeviriyor. Zaten onlar döneklerdir.

Kitaptan nasıl nasip olunur? Sorusu akla geliyor. Ayetlere çağrıldığımıza göre her sözümüzü ayet ile ispat etmek zorunluğunda olduğumuz anlamı çıkıyor.

Rabbimiz kimleri kitaptan nasiplendirir; bakalım.

ANKEBUT - 49:Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illez zâlimûn(zâlimûne).

Hayır, O (Kur'ân-ı Kerim), ilim verilenlerin sînelerinde beyan olunan âyetlerdir. Ve zalimler hariç, onlar âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler.

Demek ki rabbimiz ayetleri, ilim verilenlerin sinelerine yani sinelerindeki kalplerine açıklıyor. Nebi resuller indirilen şeriat kitabı kalplerine nur olarak indiriliyorsa, ilim verilenlerin de kalplerine açıklanıyor. Bir sünneti seniye yaşanıyor.

Peki, ilim verilenler kimler ki Allah'ın kitabından nasipleniyorlar.

HAC - 54:Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.

Kendilerine ilim verilenler kendilerine Allah'ın görevli kıldığı görevlisinin söylediklerinin hak olduğunu bilmeleri ve iman etmeleri nedeni ile Rabbimiz kalplerini idrak ettirmesi söz konusu, sebebi ise bu kişilerin amenu olmaları.

Amenu olmak nedir o zaman? Amenu olsak Allah'ın kitabından nasibimiz olacaktı.

Amenu olan kimdir?

HUD - 29:Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne). Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tard edecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

Amenu olan kişilerin muhakkak Rabbimize mülâki olacakları kesin olarak belirtilmiş. Allah'a mülâki olmak Allah'a kavuşmak anlamına gelir. “Yok ya olur mu böyle bir şey” diyenler olacaktır da, Rabbimiz olur diyorken kabul etmemek ne anlama gelir onu yalanlayanlar düşünsün.

YUNUS - 45:Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).Ve o gün (AllahûTealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).

Neden insanlar Allah'a ulaşmayı dileyecek ki? Kur-an-ı Kerim de böyle bir ifade var mı? Diye soru soran da çok olur. İşte bu Allah'a davete icabet etmek anlamına gelir. Allah'a ulaşabilecek tek bir bedenimiz vardır o da, Allah'ın doğarken gene Allah'ın, insanların şereflenmesi için içimize üflediği ruhudur. Ruh Allah'ın ruhundan verilmiştir ve hiçbir mahlûka verilmemiştir, hatta meleklere bile.

Bunu önce resulü ile insanlara ulaştırıyor. Bütün nebi ve veli resuller insanları Allah'a davet eder. Yani ölmeden önce ölün ifadesi olan ruhunuzu ölmeden sahibi olan Allah'a ulaştırmayı kalben dileyin anlamında bir çağrıdır.

KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!

Allah'ın resulü sizi Allah'a davet edecek ve siz kabul etmeyeceksiniz sonra da dindarım diye fetva vereceksiniz; Allah’ı mı kandırıyorsunuz? Bu inkâr etmekten başka bir şey değildir.

AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin). Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.

AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).

Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.

Davete icabet etmeyen kişi dalalettedir.  Allah'ın emrettiği hidayet dinini yaşamaları da mümkün değildir. İslâm’ın beş şartını din diye insanlara yutturmaya çalışırsınız.

Görülüyor ki birçok kendisini din öğretmekle görevli olduğunun zannı içinde olan kişiler, kitaptan nasipleri olmadığı için Kur-an-ı Kerim dışında bilgilerini sergiliyorlar. Bu söylenenler Allah'ın kitabıyla bir alakası yoksa Allah'a karşı yalan söylemiş olmuyorlar mı?

Kurandan nasiplenmek ancak ayetleri yaşayan birinden öğrenmek ile olur da kitabı kim öğretir sorusuna hep dini eğitim almış veya hafızlardan tavsiye ederler.

Kur-an-ı Kerim i ancak bir kişi öğretir o da Allah'ın görevli kıldığı bir elçisi.

CUMA - 2:Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûlbeas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

Demek ki kitabı Allah'ın görevli kıldığı bir veli resul öğretiyor. Bu resul ayetleri açıklar. Neden başkası değil? Çünkü vahiy lisanını bilen tek bir kişi.

MERYEM - 97:Fe innemâ yessernâhu bi lisânike li tubeşşire bihil muttekîne ve tunzire bihî kavmenl uddâ(ludden).Böylece Biz, O'nu (Kur'ân-ı Kerim'i) senin lisanınla kolaylaştırdık. Onunla, takva sahiplerini müjdelemen ve inatçı kavmi uyarman için.

Rabbimiz her dönem devrin imamı veya müceddit ile Kur-an-ı Kerim in anlatımını anlaşılsın diye yaptırıyor.

Her dönem var mı böyle resul olarak bahsedilen kişiler, evet var ve bu Allah'ın dostları sayesinde Allah'ın terbiyesi ile terbiye olup takva sahibi oluyoruz.

A'RAF - 35:Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar.  

Her dönem kesintisiz insanlar için gelen bu veli resuller tek ayetleri açıklama yetkisine sahiptir. Ancak görevli varsa takva var çünkü o Resulullah gibi Allah'a davet eder ve davete icabet eden takva sahibi olur.

RUM - 31:Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

Demek ki Allah'a davete icabet edip Allah'a yönelen kişi takva sahibi oluyor. Aynı zamanda davete icabet edip Allah'a yönelen kişi hidayete de erer “allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).”(ŞURA-13) Allah'a ulaşmak ise hidayettir. “Kul innel hudâ hudallâhi“Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah'ın (Kendisine) ulaştırmasıdır.”(ALİ-İMRAN-73)

Demek ki Allah'a davet eden kişiler hidayeti yaşamak ve Kur-an-ı Kerim i hayatımıza tatbik eden sahabe gibi insanlara sevgi ile davranan insanlar olalım.

AL-İ İMRAN - 119:Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).Siz öyle kimselersiniz ki; onlar, sizi sevmedikleri halde siz, onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân edersiniz. Onlar, sizinle karşılaştıkları zaman: “Îmân ettik.” derler. Ama tenhada, kendi başlarına kaldıkları zaman size olan öfkelerinden (dolayı), parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizle ölün.” Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir. 

İşte Allah'ın dini olan hidayet dinini ancak Kur-an-ı Kerim i yaşayarak dinin sahibi olabilir. Zaten Rabbimiz kimlerin din üzere olduğunu açıklamış;

MAİDE - 68:Kul yâ ehlel kitâbi! Lestum alâ şey’in hattâ tukîmûtT evrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne).De ki; "Ey Ehli Kitap! Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabb'iniz tarafından indirileni, yerine getirip uygulamadıkça siz bir şey (bir din) üzerinde değilsiniz. Ve sana Rabb'inden indirilen, mutlaka onların birçoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Artık senkâfirler topluluğuna üzülme. 

ŞİMDİ BU AYETLER IŞIĞI ALTINDA DAVETE İCABET EDEREK ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEYEREK ALLAH’TAN HACET NAMAZI İLE BİZİM TABİ OLMAMIZ GEREKEN İRŞAD MAKAMINI SORARAK HİDAYET ÜZERİ OLMAK MI LAZIM?

YOKSA BAZILARI VARDIR ALLAH BU ŞEKİLDE ANLATMIŞ.

HAC - 8:Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).Ve insanlardan (öyle) kimseler vardır ki; BİR İLME, BİR HİDAYETÇİYE VE NURLU (aydınlatıcı) BİR KİTABA SAHİP OLMAKSIZIN ALLAH HAKKINDA MÜCÂDELE EDER.

EVET, ŞİMDİ BİR DAHA SORALIM ALLAH'IN DİNİNİ YAŞIYOR MUYUZ?

Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan KUŞMAN Arşivi